Ressamdan Öykücü Yapma Sanatı


KALEMYA EDEBİYAT MAHKEMESİ

DAVACI: Aramis

DAVALI: Neslihan Eren (Sarnıç , Sayı 4)

EDEBİYAT ADINA

K A R A R

Sarnıç, gitgide iyileşiyor. Aralık 2012’de yayınlanan 4. sayısında yer verdiği çeviri eserler kaliteliydi gerçekten. Her ne kadar Hürriyet Yaşar’ın göğüs fetişizmi kokan öyküsüyle çıta bir anda aşağılara düşse de genel itibariyle bu sayı başarılıydı. Hele Etgar Keret ile ilgili yazılan incelemeler takdire şayan. Yerli öykücüler de aynı şekilde. Berna Durmaz’ın “Gömü” adlı öyküsü ve onu özgün kılan üslubu okunası. İrem Karabaş’ın “Kan Değerleri, Kolesterol ve Rozi” adlı öyküsü de düşünülmüş bir metin. Fakat biz dergilerin en zayıf halkalarıyla ilgilendiğimiz için Neslihan hanfendiciğimin öyküsünü ele almak istiyorum. Darılmaca-gücenmece yok! Ve evet, hep kadın “yazar”ları inceliyorum ben, huyum kurusun, ne yapayım anacım.

sarnıç sayı 4Neslihan Eren, “Çapa” adlı öyküsünde bir savaş hazırlığını anlatıyor. Fakat olaydan ziyade durum öyküsü olarak tanımlanabilecek bir kıvamda kaleme almış bunu. Denize kıyısı olan bir mekanda, ağaç evlerde yaşayanların muhitine fillerin gelmesiyle başlayacak aksiyon, mızraklılar-okçularla şenlenecek olan hareketi bekleyen ana karakter ve kendi gibi buna endişelenen pencereden bakan bir genç kız “resmediliyor”. O kız, sonra pencereden kaybolup aşağı iniyor ve denize doğru koşuyorlar beraber, denize başlarını sokuyor ve yaklaşan filleri görmemek, duymamak, o halden uzaklaşmak için sualtında durmaya çalışıyorlar. Öykü bu, mesajı siz çıkartın.

Fakat bu, öyle bir öykü ki çok yanlış anlaşılabilir, nedense bana obskürantizm’i anımsattı. Yazarcığımız bizim anlamamızı asla istemiyormuş gibi kalem oynatmış ki benim şahsen benimseyemediğim bir yaklaşım, zaten eleştirilerimin çoğu da bu noktadan vücuda geldi. (Gerçi çizdiği resimlere bakarsak amacı da bu olsa gerek) Bu anlaşılmaz-cı-lığı onun geçişlerindeki amatörlükten de kaynaklanıyor yoksa muğlak yazmış olsaydı fakat yine de yek vücut bir metin olmayı başarabilseydi yine alkış tutabilirdim, ama maalesef. Mesela, “Bin fil. Koştuk. Tırnaklarım kum dolu. Kemiklerim çatırdıyor. İskeledeydik.” Bu nedir? Öyküyü şairlerden bulaşma üslup kaygısıyla saçma bir forma sokanlara mı öykünüyor acaba? Mikro Öyküde anlatılmayanlar daha çoktur, hatta anlatılmayanlar esastır fakat anlatılanların da arasında bir bağ vardır. Neslihan hanımcığım bunu nedense gözardı etmişler. Yoksa ben anlatılan olayı veya durumu eleştirmiyorum. “Nasıl”ına takılıp kaldım.

Bazı tutarsızlıklar da gözümden kaçmadı hani. Kül-yutmam ben anacım. “Bugün de bittiğinde, filler gelecekti“, ama bir bakıyoruz ki pat diye orada bitiyor bilmem kaç tonluk hayvanat. Gerçekten, diğer paragrafta bile anlatsa, hatta araya zaman bitiren bir bağlantı cümlesi koysa dahi anlaşılabilir bir durum ama bu kopukluk beyin tırmalayıcı. Ve pencerede duran kız merdivenlerden iniyor ve henüz dışarı çıkmamışken ana karakter (1. tekil) nasıl oluyor da peşinden koşuyor ben anlayamadım kuzum. Anlayan varsa bana mektup göndere. Aslında bir saniye, yazar ana karaktere Tinker Bell’in kanatlarını bahşetmiş ve bize hiç ipucu sunmamış olabilir. Biz de mal olduğumuzdan düşünemediysek. Evet, evet, böyle olmalı.

Yine de ben konusunu beğendim. Bitiriş cümlesi de öyküye tat katıyor, biraz keçiboynuzu misali ama ne yapalım ancak bu kadar çıkmış. Ah şu kadınlar. Neyse şöyle tamamlıyor cümlelerini.

Küçük balıklar. Suyun altında hepsi yumuşak. Filleri duyuyorum.

Hanfendiciğimiz, Güzel Sanatlar terbiyesinden geçmiş, belki de bu yüzden böyle bir öyküye maruz bırakılmış olabiliriz. Fakat hiçbir şey için geç değil, işe biraz iyi öykü okuyarak başlayabilir.

Yorum bırakın

Yorum Yaz